Vergi Reformu
Merkezi HÜKÜMET GELİRLERİ
Kazandıkça öde prensibi: Bununla ilgili temel sorun kimin ne kazandığının objektif olarak ölçülebilmesinde, daha doğrusu ölçülememesinde yatar.
Evrensel sistem, deklare edilen/bilinen gelir üzerinden vergi almaktır. Bu sistemde kayıt altındaki kesimden vergi almak sorun yaratmaz. Örneğin kamu kesimi çalışanları; Kimin ne kazandığı belli ve devlet kaynaktan vergi kesme işlemini yapabilir.
Ancak özelde çalışan her bir bireyden vergi almak için, her bir bireyin ne kadar kazandığını saptamak gerekmektedir ki bu da hem zaman ve emek kaybına hem de içinde bulunduğumuz adaletsizliğe neden olmaktadır.
Üstelik ülkemizde yaygın olarak özellikle kamu çalışanların ikinci bir işle meşgul oldukları, bu çalışmalardan ek gelir elde ettikleri ve gelirleri denetim altına almanın imkansızlığı da ortadadır.
İçinde bulunduğumuz sistemde özetle, KKTC’nin en zengin kişisi gelirini ayda 6000 TL gibi komik kazanç olarak beyan edebilir. Bu kişinin ödediği vergi de orta düzeyde bir memurun, küçük bir market sahibinin, küçük bir lokantanın, kendi hesabına çalışan bir tesisatçının ödediği vergiden daha düşük olur.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi ülkemizde adaletsiz vergilendirme ve gelir dağılımın neden olduğu toplumsal hassasiyet, çoğu kez basında ya da kamusal alanda dile getirildiğini duyduğumuz “nereden buldun” yasasına olan ihtiyaçla da kendini göstermektedir.
Farklı meslek dallarından kişilerin çoğu kez gelirlerine denk düşmediği varsayılan değerlere sahip oldukları; yapılan kayıt dışı işlerden kayıt dışı gelir elde ettikleri, veya ödemeleri gereken vergileri ödemedikleri sık sık karşılaştığımız suçlamalardır.
Devlet bugüne kadar bu konuda toplumu tatmin edecek ne bir yasal düzenleme yapabilmiş ne de kayıt dışı geliri kontrol edebilmiştir.
Bu durum ise vatandaşın devlete olan güvenini, inancını sarsmaktadır. Sosyal devlet anlayışı ve daha kötüsü sosyal devlete ve de devlete olan inanç sarsılmıştır.
Her bir bireyin ne zaman ne kazandığını, bunun haklı mı haksız kazancı mı olduğu; kayıt dışı gelirle mi elde edildiği sorularının cevabını bulmak tahmin edeceğiniz gibi çok zor neredeyse imkansız gibidir.
Bu konuda ne kadar yasal düzenleme yapılırsa yapılsın, pratikte bu işin neredeyse imkansızlığı da bir başka sorundur. Ancak toplumun gözü önünde her gün devam eden bu adaletsizliğe de sessiz kalmamak gerekmektedir.
Vergi sistemlerinin ve de özellikle PAYE diye bilinen “kazandıkça öde” ile vergilendirme ilkesi olarak “çok kazanandan çok, az kazanandan az” ilkesi birlikte yürütülen klasik bir vergilendirme sistemi olup, bu enstrümanın hedefi veya iddiası vatandaşlar arasındaki refah dağılımını daha adil bir şekle sokmaktır.
Ancak çok bariz bir şekilde görülebileceği gibi bu enstrümanın ülkemizde ve daha bir çok başka ülkede başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir.
Halkımız arasındaki yerleşmiş genel kanı “çok kazananın az, az kazananın ise çok” ödediği şeklindedir. Yani kullandığımız enstrümanın başarması beklenen sonucun tam tersi bir durumdayız.
Ancak önümüzdeki bir gerçeklik durmaktadır. Halkın bir kesimi gözle görülür bir refah düzeyi içerisindeyken önemli bir bölümü refah pastasından çok daha az miktarda yararlanmaktadır.
Bu nedenle kazanç sonunda elde edilen objektif ve ölçülebilir değerler üzerinden vergi elde etmek çok daha adil ve verimli olacaktır.
Ülkemizdeki refahın dağılımında var olan eşitsizlikleri dengelemenin yolu, yüksek refah düzeyli kesimden, alt refah düzeyinde bulunan nüfusa kaynak aktarmaktan geçmektedir.
Gelir üzerinden değil varlık üzerinden vergi.
Hesaplama metodu
Her bir bireyin toplam “değeri”, varlığı belirlenecektir. Bu da çok zor bir şey değildir.
Bireyin sahip olduğu taşınmaz malların değeri (Muafiyetler hariç)
Bireyin sahip olduğu taşınabilir malların değeri. (Hane içi kişisel kullanım ve muafiyetler hariç)
Hisse senedi, tahvil, bono etc
Toplamın belli bir yüzdeliği merkezi yönetime kişisel katkı vergisi adı altında ödenecektir.
Örnek gelir vergileri
Genel olarak yüksek refah düzeyleriyle ilişkilendirilen iki profesyonel meslek grubu üzerinde Resmi gazetede yayınlandığı şekliyle yaptığımız çalışma bizlere bu meslek gruplarından birine ait kişilerin aylık ortalama 34 TL, bir diğer meslek grubuna ait kişilerinin vergi ödeyenlerinin ortalamasının ise 253 TL olduğunu saptadık.
İşte bu durum yukarıda bahsedilen toplumsal adaletsizlik inancının, devlete olan güvenin inancın yitirilmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Hedefimiz kimsenin kazancı değildir. Temennimiz aksine herkesin daha fazla kazanması daha yüksek bir refah düzeyine erişmesidir. Ancak bu gerçekleşirken de toplumsal adalet sağlanmalıdır.
Teker teker her bir meslek grubu üyelerinin peşine düşüp gelirlerini hesaplamak gerçekten zordur. Ancak bu gelirlerden elde edilen ölçülebilir değerlerdeki servetten vergi almak çok kolaydır.
Zenginden daha fazla fakirden daha az prensibi hayata geçirilmelidir.
Sosyal adalet ancak böyle sağlanacaktır.
Verginin Yerelleşmesi
Yerel Katkı Payı
Belediyelerimizin bir çoğu bugün mali açıdan kötü durumda, sürdürülebilir bir yapıda değillerdir. Belediyelerin kendi ayakları üzerinde durabilmeleri için gelirlerini artırmaları gerekmektedir.
Bunun gerçekleştirilebilmesi için de Belediyeler yasasında değişiklik yapılması elzemdir. Bu değişiklikler yapılırken, vergi yasasında yapılacak değişikliklerle de Belediyelerin doğrudan ve anlamlı miktarda vergi toplayabilmesi sağlanmalıdır.
Bu düşüncenin bir bacağı Merkezi vergilendirmenin yerine yerel vergilendirme sistemini getirmektir.
Belediye sınırları içerisinde yaşayan her bir bireyin belediye bütçesine anlamlı bir katkısı olmalıdır
Şu anki sistemde bu katkının bir bölümü dolaylı olarak yapılmaktadır:
Merkezi yönetim vatandaşlardan topladığı vergilerin %9’unu belediyelere katkı payı olarak vermektedir.
Bu sistem sürekli olarak Yerel-Merkez çekişmesine neden olmaktadır. Merkezi yönetime demokratik denetim açısından bağımlı olmayan Yerel Yönetim Başkanları bu finansmanı ( bir çok örnekte gördüğümüz gibi) Belediyelerde çalışan sayısını artırmak yoluyla, bir yanda hizmet artışı ve de bir şekilde yeniden seçilebilmeyi garanti altına alacakları bir gelir olarak görmüşlerdir.
Bu finansman yönteminin yani Merkezden alıp yerele vermenin bir başka eksikliği, demokratik hesap verme eksikliğidir.
Vatandaş nezdinde devletin verdiği paranın kendi cebinden çıktığı bilinci yerleşmemekte, böylelikle vatandaş yerel yönetimlerden “kendi parasının hesabını” sormamaktadır.
Bu yöntemin bir başka zafiyeti ise, yerelin, merkezi otoritenin yerel vergi toplama kapasitesine bağımlı olmasıdır.
Bir başka zafiyet ise yerel sınırlar içerisinde ikamet eden, ancak merkezin topladığı yerel vergiler kapsamında vergi vermeyen veya sadece dolaylı vergi veren nüfusun yerel bütçeye hiçbir katkısının olmamasıdır.
Bu dolaylı ve pahalı şekilde işleyen vergilendirme yani yerelin merkez tarafından finansman modeli değiştirilecek, bunun yerine Yerel yönetimlerin toplayacağı Yerel Katkı Payı sistemi getirilmelidir.
Yerel Vergi Dağılımı örnek bütçe oluşumu.
% 30 : Kişi Katkı payı. Her bir birey eşit öder.
% 50: Emlak Değer Katkı Payı. Her bir hane değerine göre öder
% 20: Diğer gelirler (Su, belki de elektrik, harçlar, izinler vs) Her bir birey kullandığı kadarını öder.
EMLAK VERGİLERİNİN ADİL HESAPLANMA METODU
Emlak vergileri 1. Basamak değerlendirme:
a) Sürekli ikamet edilen/kullanılan bina: Vergi miktarı daha düşük
b) Boş tutulan bina: Vergi miktarı daha yüksek
(Kiralar düşecek, gelişigüzel inşaat son bulacak, planlı gelişim sağlanacak)
Emlak vergileri 2. Basamak değerlendirme
a) Metrekare: Büyüdükçe vergi artar
b) Bölge: Değerlendikçe vergi artar
Emlak vergileri 3. Basamak değerlendirme
a) Konut : Daha düşük
b) Ticari faaliyet: Daha yüksek
ADİL BİR VERGİLENDİRME SİSTEMİNE GEÇMEK İÇİN KAYBEDECEK VAKTİMİZ KALMAMIŞTIR